Ekosistem, canlı organizmaların yaşam alanlarını
sınırlayan çizgiler arasındaki organik ve inorganik varlıkları içerisinde
bulunduran biyolojik ortamdır.
Yaşam alanı sınırları, atmosferde, doğa olaylarının
meydana geldiği en alt tabakasıyla, bazı mikroorganizmaların yaşadığı tahmin
edilen okyanusların en derin bölgelerine kadar olan alanı kapsamaktadır.
Biyolojik olayların devam etiği bu sınırlar arasındaki denizler, göller,
okyanuslar, nehirler, dağlar, kayalıklar, bitki örtüleri ve doğa olayları
ekosistemin birer parçasıdırlar.
Ekosistem değişik canlı türleri için lokalize
edilebilir.Örneğin dağ keçileri için, dağlar ve bu dağlar üzerindeki bitki
örtüleri bir ekosistemi temsil eder.Yada deniz kenarındaki kayalıklar üzerinde yaşayan
yosunlar için deniz, dalgalar ve üzerinde yaşadığı kayalıklar yosun için bir
ekosistem teşkil eder.
Ekoloji ise, canlı - cansız doğadaki tüm varlıklar
arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalıdır.Bilindiği gibi doğadaki tüm
varlıklar bir hareket içerisindedirler.Durağanmış gibi bir izlenim veren
dağlar, toprak parçaları kayalıklar ve durgun sular aslında oldukça karmaşık ve
hızlı bir şekilde cereyan eden kimyasal etkileşimlere eşlik
etmektedirler.Doğadaki bu hareketliliğin başında ise madde dolaşımı ve bu
dolaşımda baş rolü oynayan mikroorganizmalar gelir.
Madde dolaşımlarını incelerken temelde 4 elementi
referans alacağız.Bu elementler Azot (N), Karbon (C), Fosfor (P) ve Kükürt (S)
olup ilerleyen bölümlerde bu elementlerin doğadaki dönüşümlerini şemalarla ele
alacağız.Maddesel döngünün temelini ise "Kemosentez"oluşturur.
Tanımlayacak olursak ;
Kemosentez, kimyasal enerji kullanarak (örneğin ATP)
inorganik maddelerden organik madde sentezlenmesi olayıdır.Bu sentezleme
işlemlerinde en büyük rolü mikroorganizmalar üstlenmiştir.Sitemizin
mikroorganizmalar bölümünde bakteri ve diğer tek hücreli canlıların ekolojik
dengelerin korunması açısından vazgeçilmez birer unsur olduklarını
belirtmiştik.Bu bölümde mikroorganizmaların, doğanın dengesini koruması açısından
ne kadar mühim bir yer tuttuklarını ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.
Maddesel döngüleri ele almadan önce ilk olarak
kemosentezin kimyasını ve çeşitlerini kaba olarak ele alalım.
1-) Azot Oksidasyonu:
Periyodik tablodaki sembolü N olan azot, doğadaki tüm
canlıların gereksinim duyduğu ana elementlerden birisidir.Fakat azot elementi
doğada saf olarak bulunmaz.Genelikle NH3 (amonyak), HNO3 (nitrat) yada HNO2
(nitrit) bileşikleri şeklinde bulunur.
Toprakta ise azot NH3 (amonyak) şeklinde bulunur.Fakat
NH3 bitkiler ve diğer canlılar için emilime ve kullanıma müsait değildir.Yani
azotun ya nitrit yada nitrat bileşikleri halinde toprakta bulunması gerekir.Tam
bu noktada bitkilerin imdadına "Nitrosomonas"adı verilen bir tür
bakteri yetişir. Bu bakteri topraktaki NH3 ' ü HNO2 yani nitrit şekline
dönüştürür.Azotun kemosentez reaksiyonu aşağıdaki gibidir.
2NH3 + 3O2 -------------> 2HNO2 + 2H2O + 158 Kcal
"Nitrobacter"adı verilen diğer bir tür
bakteri ise, NH2 (nitrit) ' i, NO3 (nitrat) ' a çevirir.Bitkiler her iki tip
bileşiğide köklerinden emebilirler.Nitrata dönüşüm ise aşağıdaki gibidir.
2HNO2 + O2 -------------> 2HNO3 + 43 Kcal
İşte bitkileri ayakta tutan ve yaşamımızın devamını
sağlayan bakteriler bu azot bakterileridir.Bu bakterilerin gerçektende ekolojik
dengeler açısından ne kadar önemli olduğunu, mükemmel bir şekilde
gerçekleştirdikleri kimyasal reaksiyonlarla görmekteyiz.Bitkiler topraktan
absorbe ettikleri bu bileşiklerle hem yaşamlarının devamını sağlarlar (aynı
zamanda oksijen üreterek) hemde canlılar için mutlaka gerekli olan eşsiz
vitaminleri üretirler.
2-) Kükürt oksidasyonu:
Doğadaki bazı bakterilerin oksijenli ortamlarda
yaşayabileceği gibi bazılarınında oksijensiz ortamda yaşayabildiklerini
belirtmiştik.Fakat kükürt bakterileri, kükürtlü bileşiklerce zengin olan
ortamlarda yaşamaktadırlar.Sembolü S olan kükürt, azot gibi doğada saf olarak
bulunmaz.Kükürtün en fazla bulunan bileşiklerinden biriside H2S dir.H2S yine
bitki ve diğer canlılar tarafından direk olarak kullanılmazlar.Ancak kükürt
bakterileri tarafından parçalanması ve okside edilmesi gerekir.
Kükürtlü bileşiklerin oksidasyonunu gerçekleştiren
bakterilerin başında ise "Beggiatoa "ve "Thiospirillum
"isimleri verilen iki tür bakteri gelir.Kükürdün oksidasyonu ise aşağıdaki
gibi gerçekleşir.
H2S + 02 --------------> H20 + 2S + 122 Kcal
2S + 302 -------------> 2H2SO4 + 286 Kcal
Görüldüğü gibi H2S öncelikle hidrojeninden ayrılmış,
daha sonra su ile reaksiyona sokularak seyreltik H2SO4 (sülfirik asit)'e okside
edilmiştir.
3-) Demir Oksidasyonu:
Leptothrix, Crenothrix ve Spirophyllum adı verilen üç
tür bakteri demiri okside edecek kemosentez reaksiyonlarını gerçekleştirirler.
4FeCO3 + 6H2O -------------> 4Fe(OH)3 + 4CO2 + 58
Kcal
Denklem gerçekleşirken +2 değerlikli olan Fe,
reaksiyondan sonra bir elektron daha vererek +3 değerlik kazanır.Demirin
indirgenmesi sırasında atmosfere serbest CO2 bırakılır.
4-) Hidrojen Oksidasyonu:
Oksijensiz ortamlarda yaşayan ve "Bacillus
oligocarbophillus "adı verilen bir tür bakteri, ortamda bulunan CO2 ' yi
hidrojenle birlikte tepkimeye sokarak CH4 (metan) oluştururlar.Metan gazı
bilindiği gibi yanıcı bir gazdır.Bu bakteriler metan gazı üretiminde
kullanıldığı için metan bakterileri adını da alırlar.
Dört temel kemosentez tipini en sade şekilde
açıklamaya çalıştık.Şimdi bu kemosentez işlemlerinin rol aldığı madde
döngülerini şemalarla inceleyelim.
Doğadaki Madde Dolaşımı:
Doğada her an her saniye toprağa düşen bir biyolojik
artık, kemosentez reaksiyonları ile parçalanarak doğaya geri kazandırılır.Bu
artıklar odun, yaprak, kaya parçaları ve hayvan leşleri olabilir.Fakat doğada
hiçbir zaman madde kaybı söz konusu değildir.
Parçalanan biyolojik artıkların doğaya ne şekilde geri
kazandırıldıklarını şemalar eşliğinde teker teker ele alalım.
1. Azot Devri:
![](http://3.bp.blogspot.com/-Nep7C6JpT8g/VVSXwO_ypzI/AAAAAAAAARs/x6_FW_ITHXo/s320/azot%2Bdevri.jpg)
Proteinlerin bitki ve hayvan hücreleri için mutlaka
gerekli olan molekküler olduğunu belirtmiştik.Yere düşen bir yaprak veya toprak
üzerinde duran bir hayvan leşi, zaman geçtikçe bakterilerin etkisiyle ayrışmaya
başlar.
Hücrelere kadar nüfus eden çürüme bakterileri,
hücrelerin yapıtaşı olan proteinleri ayrıştırtmaya başlar.Proteinlerin
ayrışmasıyla, yapılarındaki NH3 (amino) grubu serbest kalır (Bkz. Biyokimya-1
sayfası). Azotun oksidasyonu bölümünde adından bahsettiğimiz azot bakterileri,
NH3 moleküllerini okside edip nitrite dönüştürür.
Nitrit ise yine azot oksidasyonu bölümünde
deyindiğimiz bakteriler tarafında nitrat ' a dönüştürülür.Nitrat, ya bitkilerin
kökleri tarafından absorbe edilerek kullanılır, yada nitrat parçalayan
bakteriler tarafından ayrıştırılarak yapısındaki azot serbest bırakılır.
Atmosfere serbest bırakılan azot, diğer
mikroorganizmalar yada mantar, yosun vs. gibi canlılar tarafından absorbe
edilerek protein sentezinde kullanılırlar.Bitkilerin kendileride azotu kullanıp
protein sentezlediği gibi, hayvanlar tarafından tüketilerek sindirildikten
sonra yapılarındaki azotla yine protein sentezi gerçekleştirilir.
2. Kükürt Devri:
Kükürt de, azot,karbon ve diğer elementler gibi yaşam
için gerekli olan elementler arasındadır.Bitkiler kükürtü SO4 (-2) şeklinde
topraktan absorbe ederek H2S ' e dönüştürürler.Daha sonra kükürtüde
proteinlerin yapıtaşı olan amino asitlerin sentezinde kullanırlar.
Kükürtlü bileşikler amino asitlerin yapısına
katılmasıyla, dolaylı yoldan proteinlerin yapısınada girmiş olur.Eğer bir bikti
veya hayvan ölürse, yapılarındaki proteinin parçalanmasıyla kükürt, H2S
şeklinde açığa çıkar.fakat H2S kükürt bakterileri tarafından öncelikle S2O3
(-2) ' ye daha sonrada SO4 (-2) iyonuna dönüştürülür.Görüldüğü gibi kükürtlü
bileşikler yine ilk formuna dönmüş olurlar.
SO4 (-2) iyonları, bazen doğada serbest olarak
reaksiyona girerek sülfatlı bileşikleride verebilirler.Organizmalar tarafından
alındığı takdirde kükürt içerene iki amino asit olan Sistein ve Metionin ' nin
yapılarına katılırlar (Bkz.Biyokimya-1 sayfası, amino asit tablosu).
3. Karbon Devri:
Yeşil bitkilerin, güneşten gelen ışık ve doğadan
absorbe ettikleri karbondioksit ve su molekülleri ile organik maddeleri
sentezlediğini biliyoruz.Bitki ve hayvanların sentezlediği organik maddeler
arasında ise karbonhidratlar önemli yer tutar.Karbonhidratlar ve türevleri,
saprofit bakteriler tarafından absorbe edilerek solunumda kullanılır ve solunum
son ürünü olarak atmosfere serbest karbondioksiti bırakırlar.
Karbonhidrat içeren bitkiler aynı zamanda hayvanlar
tarafından besin olarak tüketilirler.
Gerek hayvanların gerekse mikroorganizmaların ölümleri
sonucunda, toprakta ayrışmaya başlayan vücut yapıları, metan bakterileri
tarafından ayrıştırılarak CO2 ' ye dönüştürülür ve atmosfere serbest olarak
bırakılır.Şemada görüldüğü gibi CO2, ışık ve su varlığında tekrar bitkiler
tarafından fotosentez reaksiyonlarında kullanılır.
Bunun dışında bitki ve hayvan ölüleri, toprağın çok
derinlerinde, yüksek basıç ve sıcaklık etkisi altında petrol ve kömür gibi
yapılara dönüşebilirler.Petrol ve kömür, insanlar tarafından enerji ihtiyaçları
için kullanılırken yine açığa karbondioksit (CO2) ve karbonmonoksit (CO)
gazları çıkar.
Karbon elementi, doğadaki döngüsünü bu şekilde
tamamlamış olur.
4. Fosfor Devri:
Canlı organizmalarda fosfor elementi, azot elementine
nazaran daha az bulunmakla birlikte canlılığın devamı için oldukça önemli bir
rolü vardır.
![](http://2.bp.blogspot.com/-4mhPX_KAB08/VVSX_GCfEYI/AAAAAAAAASM/lomvkyexVcM/s320/fosfor%2Bdevri.jpg)
Ca(PO4)2 + 2HNO3 ------------> 2CaHPO4 + Ca(NO3)2
Ca(PO4)2 + H2SO4 -----------> 2CaHPO4 + CaSO4
Suda kolay kolay çözünmeyen fosfatlı bileşikler bu
vesileyle çözülürler ve oluşan bu fosfat tuzları bitkiler tarafından absorbe
edilebilirler.Bitkilerin hayvanlar tarafından besin olarak tüketilmesiyle
fosfor dolaylı yoldan hayvan organizmalarına geçmiş olur.Fosfat, organizma
artıkları ile ya toprağa geçer yada çözülmeyen bileşikler şeklinde diş, kemik
ve kabukların yapısına katılırlar.
Fosfat, kuş ve balıkların kemiklerinde de bulunduğu
için, bu hayvanların ölmesi halinde fosilleri kayaçlara gömülebilir.Fosfat
bileşiklerini ihtiva eden bu kayaçlar, yeryüzü hareketleriyle parçalanmaya
uğrayarak tekrar doğaya karışabilir.Bunun yanında volkanik faaliyetlerle magma
tabakasından yeryüzüne ilave olarak fosfat kazandırılabilir.Yine bazı tür
bakteriler ortamda bulunan fosfatlı bileşikleri kemosentez reaksiyonlarıyla
işleyerek çözünebilen fosfat tuzları (CaHPO4 ve CaSO4 gibi) haline
getirebilirler.
Görüldüğü gibi doğada çok intizamlı ve hassas bir
maddesel döngü hakimdir.Bakteri ve mikroorganizmaların doğanın dengesini koruma
bakımından ne kadar önemli olduğunu sanırım yeterince gösterebilmişizdir.
Bu bakterilerin tamamının yok olduğunu varsayarsak ne
gibi felaketler doğabileceğini yukarıdaki döngülere bakarak az çok tahmin edebilirsiniz.Örneğin
hayvan ve bitki artıklarındaki protein ve diğer bileşiklerin ayrışması mümkün
olmayacaktı.Artıklar sonsuza kadar hiç bozunmaya uğramayacak ve doğada sürekli
bir madde kaybı meydana gelecekti (aslında madde hiç bir zaman kaybolmaz fakat bileşiklerin
şekli değişir).
Başka bir örnek verecek olursak azot bakterilerini ele
alabiliriz.Eğer azot bakterileri, NH3 ' ü nitrat ve nitrite dönüştürmeselerdi,
şu an bitkilerin ve dolayısıyla oksijenin varlığından söz edemeyecektik.Çünki
azot ancak bu bileşikler vasıtasıyla bitkilerin bünyesine girebilir.Dolayısıyla
bitkilerin yaşamının devam etmesi, yeryüzündeki tüm canlılığın devam etmesi
anlamına gelir.
ÇEVRE KİRLİLİĞİ
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız maddesel döngüler,
mikroorganizmalardan devasal ağaçlara, bulutlardan okyanus tabanlarına kadar
doğanın her noktasında bir dengenin hakim olduğunu göstermektedir.Fakat bu
maddesel döngü halkaları, çevre kiriliği ile tabir ettiğimiz felaketler
zincirileri ile ne yazık ki kopma noktasına kadar gelmiştir.
Çevre kirliliği, özellikle 1800 ' lü yılların
başlarında, petrol ve petrol türevlerinin yaygın olarak kullanılmaya
başlanmasıyla büyük bir ivme kazanmıştır.Petrol ürünleri gerek enerji için
yakıt olarak kullanımı gerekse birçok temel malzeme üretimi için hammadde
özelliğinde olması ve bu malzemelerin (plastik, katran, ağır yağlar, kauçuk
vs.) büyük bir süratle üretilip çevreye saçılması nedeniyle çevre kirliliğine
büyük ölçüde çanak tutmuştur.
Çevre kirliliği denince ekosistemin akla ilk gelen
parçası şüphesiz atmosferdir.Özellikle petrol ile çalışan makinelerin çok
süratli bir biçimde üretilip hayata geçirilmesi, hava kirliliğini doruk
noktasına ulaştırmıştır.
Gerek insanlar üzerinde gerekse bitkiler üzerinde
oldukça olumsuz yönde etkileri olan hava kirliliği, özellikle gelişmekte olan
sanayii ülkelerinde, toplumda baş gösteren kanser ve kalp krizi gibi
rahatsızlıklarda büyük patlamalara neden olmuştur.
Hava kirliliğinin artışına neden olan etmenlerin en
önemlileri, otomobillerden çıkan egsoz gazları, ozon delici gazlar ve yeşil
alanların büyük bir hızla tahrip edilmesidir.
Belki siz de hayatınızda bir kez olsun görmüşsünüzdür,
bacasından oldukça yüksek yoğunlukta dumanlar çıkaran fabrikaların yakınlarında
hiçbir canlıdan iz bulamazsınız.
Örneğin fabrikaya yakın bahçelerdeki ağaçların dalları
kurumuş ve yaprakları dökülmüş bir vaziyettedir.Aynı şekilde fabrika
atıklarının depolandığı arazi ve topraklarda yine tek bir canlıdan eser
bulunmaz.Bunun nedeni ise yukarıda bahsettiğimiz maddesel döngülerin, lokal
ekosistem içerisinde alt üst olmasından dolayıdır.
![](http://3.bp.blogspot.com/-MrTwt4n2oSQ/VVSYuTPohcI/AAAAAAAAASc/p6VxycFzMOQ/s320/%C3%A7k2.jpg)
Mavi olarak görülen bölge atmosferin koruyucu katmanlarından
birisi olan ozon tabakasındaki deliğin ne kadar genişlediğini açık bir şekilde
göstermektedir.Ozon tabakasının delinmesine neden olan en önemli faktör,
uçakların jet motorlarından çıkan egsoz gazları ve yaygın olarak soğutma
cihazlarında ve deodorantlarda kullanılan itici gazlardır.
Bu gazlar kısaca Kloro-Floro-Karbon adını alırlar ve
içerik bakımından Klor (Cl), Flor (F) ve Karbon (C) elementlerini ihtiva
ederler.Bu gazların türevleri özellikle soğutma cihazlarında ekseri olarak
kullanılır.
Kısa ismi CFC olan bu gazlar, normal şartlarda oldukça
kararlı bir yapıya sahiptirler.Bu kararlı yapıları sayesinde hayvan ve bitkiler
tarafından solunsa bile metabolizma içerisinde kolay kolay tepkimeye
girmezler.Biyolojik olarak tehlike arz etmeyen bu gazlar, düşük yoğunlukta
olmaları nedeniyle çevre kirliliğinden daha büyük bir problem yaratırlar.
Yoğunlukları düşük olduğu için havadan daha hafif gelen bu gazlar, atmosferin
en üst katmanlarına kadar çıkabilirler (yaklaşık 11.000 metre).
Ozon tabakasına kadar ulaşan CFC gazları, yüksek
enerjili güneş ışınları ile karşılaştıklarında kararlı yapılarını
kaybederler.Çünki güneşten gelen yüksek enerjili ışınlar CFC gazlarının
aralarındaki bağlarını koparmaya başlar.Birbirinden ayrılan ve oldukça reaktif
olan klor, flor ve karbon gazları, ozon tabakasını oluşturan ve en az bu gazlar
kadar reaktif olan oksijen ile bileşik kurarmaya başlarlar.Bildiğiniz gibi
ozonun yapısını O3 gazı meydana getirir. 3 tane oksijen gazının birbirleriyle
bağ yapmasıyla oluşan ozon gazı, yeni oluşan bileşikler kadar reaksiyona yatkın
olmadığı için tekrar ozon gazını oluşurması çok uzun zaman alır.
Karbonun CFC gazlarından serbest kalıp oksijenle
tepkimeye girmesiyle oluşan CO2 gazı, yüksek seviyede ısı tutma özelliğine
sahiptir.Güneşten gelen ısıyı bünyesine alan CO2 gazı bu özelliği sayesinde,
içinde bulunduğu ortamı ısıtmaya başlar.Bilim adamlarının "Global ısınma
"dedikleri olayda budur.CO2 gazının ısı tutma özelliği sayesinde,
atmosferin ısısı, her yıl biraz daha artmaktadır.Yapılan tahminlere göre
atmosfer bu hızla ısınmaya devam ederse, gelecek 30 yıl içerisinde, yanlızca 4
C lik bir artış nedeniyle buzulların büyük bir bölümünün eriyeceği
hesaplanmaktadır.Ve tahmin edilen büyük miktarlardaki buzulun erimesi halinde,
su seviyesinin sahil şeritlerinde yaklaşık olarak 10 metre kadar
yükselebileceği tahmin edilmektedir.
Fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen ozon tabakasının
kendini yenileme özelliği vardır.Fakat bu yenileme işlemi, ancak CFC gazlarının
atmosfere serbest bırakılmasının durdurulmasıyla hız kazanabilir.Eğer şu
zamandan sonra CFC gazlarının atmosfere serbest bırakılması durdurulsa bile,
ozon deliğinin kendini yenileyip kapanması enaz 10 yılı bulacaktır.
Ne yazık ki çevre kirliliği kendini ekosistemin her
noktasında hissettirmektedir. Bugüne meydana gelen deniz kazaları yüzünden
milyonlarca ton ham petrol bir o kadar canlının ölümüne sebep olmuştur.
Çevre kirliliğinin neden olduğu en zararlardan en çok
etkilenen canlılar ise ekosistemdeki maddesel döngülerin devamını sağlayan
mikroorganizmalar ve av - avcı dengesini sağlayan yırtıcı
canlılardır.Döngülerin alt üst olması aynı zamanda deniz bitkilerinin
fotosentez yapmasını da engeller. Gerek deniz ekosistemi olsun gerekse kara
ekosistemi olsun, doğanın her noktasında kendini yenileme özelliği hüküm sürer.
Örneğin bir atık denizlere veya nehirlere döküldüğü
takdirde, bir kaç yıl veya daha uzun bir süre zarfı içerisinde ekosistem
kendini temizleyebilir.Fakat bu temizleme özelliğide ancak bir noktaya kadar
tolerans gösterebilir ki, çevreye dökülen atıklar ve çöpler bu toleransın çok
üzerindedir.Bu yüzden çevre kirliliğini bu toleransın altında tutmak için
ekologlar araştırma yapmaktadırlar.Bu araştırmaların sonuçlarına göre her yıl
doğaya ne kadar sanayi atığı dökülmesi gerektiğine karar verilir.
Mesela fabrika bacalarından atmosfere serbest
bırakılan gazların metreküpündeki kükürt miktarı ölçülür.Eğer metreküpteki
kükürt mikarı, atmosfere bırakılması gereken miktarın üstünde ise, sınırın
altına çekilmesi için ya bacalara filtre taktırılır yada ağır para cezaları
uygulanır.
Fabrika ve sanayii kuruluşlarının herhangi bir arazi
üzerine konumlanırken ekolojik bir araştırma yapmaması, çevre kirliliğine çanak
tutan diğer başka bir etmendir.
![](http://1.bp.blogspot.com/-qWpyi9y3dzs/VVSY0pvnN7I/AAAAAAAAASk/ZeeT6WuFCeo/s1600/%C3%A7k3.jpg)
Buna en iyi örnek olarak nehir veya dere kenarlarına
kurulan ve yüksek ısı yayan fabrikaları verebiliriz.
Fabrika atık sularını beliri bir sıcaklıkta dere veya
nehirlere boşaltır (bu sular genelde ya asit tabiatlıdır yada toksik madde
içerir).
Fakat boşaltılan yüksek sıcaklıktaki su, dere veya
nehirlerdeki tüm canlıların ölümüne neden olur.Çünki tatlı su canlıları sıcak
sularda yaşayamazlar.Veyahut sıcaklığa belli bir dereceye kadar tolerans
gösterebilirler.
Bu noktada ise ekologların araştırmaları büyük önem
taşır çünkü tatlı sulara bırakılacak suyun sıcaklığı ve kimyasal içeriğinin
hangi sınırlar dahilinde olması gerektiğini ancak ekologlar ve çevre
araştırması yapan bilim adamları belirleyebilir.Bu yüzden özellikle Avrupa
ülkeleri, ağır sanayi kuruluşlarına çok sıkı bir denetim altına almış ve hatta
bazı kuruluşları kapatma kararları almışlardır.
Gerçek şu ki, özellikle petrol türevlerine alternatif
olarak enerji kaynakları bulunmaz ise çevre kirliliğinin aynı hızla devam
etmesi kaçınılmazdır.Çevre bilinicinin her bireyde uyandırılası gerekmektedir
ki buda ancak eğitimle mümkün olur.Teknoloji ilerledikçe çevreyi koruma ve
temizleme yöntemleri de geliştirilmekte fakat bu gelişmeler çevre kirliliğinin
yayılma hızına yetişememektedir.
Yani özetleyecek olursak çevre için alınan tedbirler
çevre kirliliğini önleyecek mahiyette yeterli olmamaktadır.Biz insanlar
bireysel olarak çevre korunmasına yardımcı olmak için herhangi bir faaliyette
bulunmuyorsak, çevre kirlenmesinde bizimde payımız var demektir.
"İçerisinde yaşadığımız doğanın korunmasına
bireysel olarak nasıl yardımcı olabilirim?"diye sorarsanız:
En basitinden çöpe attığınız ambalajların hacmini
küçültebilirsiniz.Çöplerin ve diğer atıkların hacimsel olarak ne kadar büyük
problem yarattığını ise çöp dağları bizlere göstermektedir.
Demek oluyor ki birey olarak çevreyi koruma gibi bir sorumluluk duygusu
hissedersek ve içerisinde yaşadığımız ekosistemin dengelerini korumak için azda
olsa duyarlılık gösterebilirsek ve gelecek kuşaklara çevre koruma eğitimini
yeteri kadar empoze edebilirsek, hem biz insanların hem de diğer tüm canlıların
tertemiz bir dünya içerisinde yaşamaması için hiçbir neden kalmayacaktır.