Küresel
ısınma ya da daha genel bir ifadeyle küresel iklim değişimi şüphesiz son
zamanların en popüler gündem maddelerinden birisidir. Yer bilimleri ile uğraşan
bilim adamlarının en fazla önem verdikleri araştırma alanlarından olmasının
yanısıra kamuoyunu da sıkça meşgul eden konulardan birisi olduğu söylenebilir.
Küresel ısınma, hemen her ekstrem hava olayından sonra çokça tekrarlanan
ifadelerin başında gelmektedir. Son aylarda ülkemizin Güneydoğu Anadolu
Bölgesi'nde meydana gelen şiddetli yağış ve sel olayları ile Kocaeli ilimizde
yeralan Yuvacık Barajı üzerine yapılan tartışmalarda da bu ifadeyi sıklıkla duyduk.
Maalesef her ekstrem hava olayının müsebbibi olarak küresel ısınmanın işaret
edildiği bir ortama doğru gidilmektedir. Küresel ısınma bu tip olayların adeta
'günah keçisi' durumuna sokulmaktadır. Belirsizliklerin çokluğu nedeniyle
spekülasyonlara açık olan bu konuda maalesef konu ile ilgili bilgi üretenlerin
sesi üretmeyenlerinkinin yanında yeterince duyulmamaktadır. Bu durum kamuoyu
tarafından cevabı alınamayan pek çok sorunun ortada dolaşmasına sebep
olmaktadır: Küresel ısınma nedir, nasıl oluşmaktadır? Hava olaylarının küresel
ısınma ile bir ilişkisi var mıdır? İklim hiç değişir mi? Ülkemiz küresel
ısınmadan nasıl etkilenmektedir/etkilenecektir?... Bu yazıda bu ve benzeri
sorulara küresel ısınma konusunda günümüzde gelinen bilgi birikimi ışığında kısaca
cevaplar verilmeye çalışılacaktır.
Yer-atmosfer
sistemine güneşten gelen enerji miktarı bu sistemden uzaya kaçan enerji miktarı
ile aynıdır. Gelen ile giden enerji farklı olsaydı dünyamız ya sürekli ısınacak
ya da sürekli soğuyacaktı. Dolayısıyla yeryüzeyinde bir enerji dengesi
sözkonusudur. Bu enerji dengesi kullanılarak yapılan hesaplamalara göre eğer
dünyamızın atmosferi olmasaydı ortalama yüzey sıcaklığı -19 oC
olacaktı ve bütün yeryüzeyi buz ile kaplı olacaktı. Ama yapılan ölçümler
ortalama yüzey sıcaklığının 15 oC civarında olduğunu göstermektedir.
İşte dünyayı yaşanabilir hale getiren bu 34 oC'lik sıcaklık artışı
atmosferde başta su buharı olmak üzere karbondioksit ve metan gibi gazların
sera etkisi sayesinde gerçekleşmektedir (Tıpkı seralarda kullanılan camın yada
naylonun güneşten gelen enerjinin geçişine izin verirken çıkışını engellemesi
ve içeriyi dışarıya göre daha sıcak hale getirmesi olayındaki gibi). Buradan
şunu anlamak gerekir. Sera gazları olarak adlandırılan bu gazların atmosferdeki
miktarı yer-atmosfer sistemindeki enerji dengesi, dolayısıyla yeryüzeyi
sıcaklığı, açısından hayati önem arzetmektedir. Bu gazlardaki artış tıpkı bir
insanın daha fazla elbise giymesi durumunda 'ateşinin yükselmesi' gibi sera
etkisini yükselterek dünyamızın ortalama sıcaklığının artmasına sebep
olacaktır. Yapılan ölçümler atmosferdeki karbondioksit miktarının sanayileşme
öncesindeki 285 ppm seviyesinden günümüzdeki 384 ppm seviyesine çıktığını
göstermektedir. Elimizde başka bir delil olmasa dahi sırf bu artışın
yeryüzeyindeki ortalama sıcaklığı artırdığını söylemek hiç de yanlış olmazdı.
Kaldı ki, son yüzyıldaki ölçümler sıcaklığın 0.7-0.8 oC civarında
arttığını göstermektedir. Bununla birlikte, karbondioksitteki artış ile
ortalama sıcaklıktaki artış arasındaki ilişki küresel iklim sisteminin oldukça
karmaşık yapısı ve insanoğlunun bu sisteme diğer müdaheleleri yüzünden hala net
bir şekilde ortaya konulamamıştır.
İnsanoğlu
bir taraftan atmosfere sera gazları ve diğer kirleticileri salarken diğer
taraftan yeryüzeyinde de önemli değişiklikler meydana getirmektedir. Zirai
alanların hızla genişlemesi, ormanlık alanların hızla yok edilmesi, yarı kurak
alanların çölleştirilmesi ve şehirleşme insan eliyle yeryüzeyinde yapılan en
önemli değişikliklerdir. Bütün bu değişiklikler küresel iklim sistemi üzerinde
önemli etkilere sahiptir, ancak bu etkiler farklı farklı olabilmektedir.
Örneğin, ormansızlaştırma faaliyetleri atmosferde ki karbondioksit miktarını,
dolayısıyla sera etkisini, artırıcı bir etkiye sahip olurken, çölleştirme
atmosfere geçen toz miktarında artışa neden olması dolayısıyla güneşten
yeryüzeyine gelen enerjiyi azaltarak küresel ısınmayı yavaşlatan bir etkiye
sahip olabilmektedir. Şehirleşme, şehir ısı adalarının yani şehirlerde
çevrelerine göre daha sıcak alanların oluşmasına yol açmaktadır. Şehirleşme,
küresel iklim üzerindeki sınırlı etkisinden çok küresel ısınma çalışmalarında
kullanılan meteorolojik ölçümlerin yapıldığı istasyonları kapsaması nedeniyle
önem arzetmektedir. Miktarı üzerinde tam bir mutabakat olmasa da, iklim
bilimciler arasında son yüzyıldaki 0.7-0.8 oC lik sıcaklık artışının
bir kısmının (bazı bilim adamlarına göre yarısına yakınının) şehirleşmeden
dolayı olduğu görüşü hakimdir.
Yukarıda
bahsedilenler, küresel iklim sisteminin insan faaliyetleri dolayısıyla dört bir
taraftan tahrip edildiği izlenimine neden olabilir ve kişinin aklına bu
sistemin bütün bu tahribata ne kadar dayanabileceğine dair bir soru gelebilir.
Aslında bu sorunun cevabı bilinmemektedir. Küresel iklim sisteminin, sistemin
bütünü yada bileşenleri üzerindeki zorlamaları ne kadar tolere edeceği ve geri
dönülemez eşiklerin olup olmadığı birer muammadır. Bu konularda yapılan
açıklamalar spekülasyondan öteye geçememektedir. Ancak bildiğimiz, iklimin de
değişken olduğu yani doğal bir değişebilirliğinin olduğu ve bu değişkenlik
dışındaki zorlamalarda da bir şekilde geriye dönebildiğidir. Tarihteki büyük
volkanik patlamaların, takip eden zamanlarda dünya ikliminde geçici bir
süreliğine önemli değişikliklere sebep oldukları bilinmektedir. Örneğin,
Endonezya'nın Sumbawa adasında yer alan Tambora volkanının 5-15 Nisan 1815
tarihlerindeki patlaması küresel iklimde önemli sapmalara (anomaly) yol
açmıştı. Bu patlamanın Kuzey Amerika ve Avrupa'da ki etkisinden dolayı 1816
'yaz mevsimi olmayan yıl' olarak adlandırıldı. O yıl meydana gelen büyük
fırtınalar, aşırı yağışlar ve seller, yazın bile meydana gelen (kahverengi ve
kırmızı renklerdeki) kar yağışları, Ağustos ayında meydana gelen don ve benzeri
anormal hava olayları bu patlamanın atmosfere saldığı küllerin etkileri olarak
kabul edilmektedir. Zirai alanlara ekilen tahılların soğuktan gelişememesi
sonucu başgösteren kıtlığın binlerce insanın ölümüne neden olduğu da
bilinmektedir.
Yukarıda
anlatılan örnek gösteriyor ki küresel iklim sisteminin, yapılan doğal yada
insan kaynaklı müdahalelere tepkisi sınır tanımamaktadır. Bu nedenle, bugün
yapılan araştırmalarda küresel ısınmanın etkilerine dair izler sadece atmosferi
en çok kirleten ülkelerde değil dünyanın her köşesinde aranmaktadır. Örneğin,
dünya iklim sisteminde önemli bir yere sahip kutup buzulları yakından
izlenmektedir. Bu buzullar aynı zamanda geçmiş zamanlara ait kayıtların saklı
olduğu bir arşiv niteliği taşıdığından buralarda yapılan incelemeler iklimin
binlerce-onbinlerce yıllık geçmişine ışık tutabilmektedir. Bu sayede küresel
iklim sisteminin hangi badirelerden geçtiği ve zorlamalara nasıl tepkiler
verdiği konusunda bilgi birikimimiz artmaktadır. Bu gelişmeler geleceğe yönelik
tahmin edebilme yeteneğimizede katkıda bulunmaktadır. Ancak, iklim sisteminin
kaotik (karmaşık) yapısı ve bu sisteme müdahalelerin çeşitliliği
belirsizlikleri artırmakta ve sinyallerin hem algılanmasını hem de kaynağının
anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin, 1998 aletsel ölçüm döneminin en sıcak
yılı olarak kaydedildi. Ama 1998 aynı zamanda en güçlü El-Nino yılı olarak da
kayıtlara geçti. 1998 yılında meydana gelen ekstrem hava olaylarının ne
kadarının El-Nino ne kadarının ise küresel ısınma ile alakalı olduğu
bilinmemektedir. Dünyamız son 15 yıldır en sıcak dönemlerinden birini
yaşamaktadır ve sıcaklıkta rekorlar kırılmaktadır. Belki de bu sıcaklık
artışını en hassas şekilde algılayan buzullarda son zamanlarda meydana gelen
çatlama ve kırılmalar yaklaşmakta olan tehlikenin öncü sinyalleridir. 2006-2007
döneminde gelişen orta şiddetteki El-Nino olayının küresel ısınma ile birlikte
2007'yi son 150 yılın en sıcak yılı yapacağı tahmin edilmektedir.
Ülkemizde
iklim değişimi ile ilgili çalışmaların son dönemlerde yoğunlaştığını
söyleyebiliriz. Bu çalışmalarda iklimin hem geçmişte nasıl değiştiği hem de
geleceğe yönelik değişimi araştırılmaktadır. Devlet Meteoroloji İşleri'ne bağlı
meteoroloji istasyonlarında 1951-2004 yılları arasında yapılan ölçümler
incelendiğinde istatistiksel açıdan önemli sayılabilecek sıcaklık artışlarının
daha çok yaz mevsiminde, yurdumuzun batı bölümünde gerçekleştiği ortaya
çıkmaktadır. Yapılan pek çok bilimsel çalışma Akdeniz ülkelerinde şehir ısı
adası olayının en etkin olduğu mevsimin de yaz olduğunu göstermiştir. Bu
nedenle son 55 yılda ülkemizin batı bölümünde yaz mevsiminde meydana gelen
sıcaklık artışlarını vurgularken şehirleşmenin etkisini gözardı etmemek
gerekir. Kış mevsimi için yapılan analizlerde yurdumuzun kuzey ve güney
kıyılarındaki pek çok istasyonda soğuma eğilimi tespit edilmiştir. Bu soğumanın
nedeni olarak atmosferin toz miktarında meydana gelen artış üzerinde
durulmaktadır. Aynı döneme (1951-2004) ait yağış gözlemleri incelendiğinde kış
mevsiminde Ege bölgesinde önemli sayılabilecek bir azalma ile sonbahar mevsiminde
İç Anadolu bölgesinin kuzey kesimlerinde kaydadeğer bir artış olduğu
gözlenmiştir. Bu analizler sonucu ülkemiz iklimi için genel olarak konuşmak
gerekirse henüz küresel ısınmayı yansıtacak bir seviyeye gelinmediğini söylemek
mümkündür. Burada, toz gibi diğer bazı faktörlerin bölgemizde küresel ısınmanın
etkisini şimdilik bastırmakta olduğu gibi bir yorum da yapılabilir. Ülkemizde
son zamanlarda görülen bazı ekstrem hava olaylarının nedeni olarak küresel
ısınmayı göstermek yanlıştır. Küresel ısınmanın hidrolojik çevrimi
hızlandıracağı yönünde görüşler mevcut olmakla birlikte henüz günümüzdeki
ekstrem hava olayları ile küresel ısınma arasında bir bağ kurulamamıştır.
Devlet Meteoroloji İşleri'nin kayıtlarına göre ülkemizde ekstrem olaylar bazı
periyotlarda çok, diğerlerinde ise daha az gözlenmiştir. Örneğin, 1940-2005
dönemini kapsayan kayıtlara bakıldığında 1960'lı yıllar, 1980'li yılların başı
ve 2000'li yıllar ekstrem olaylar açısından öne çıkmaktadır. En fazla ekstrem
olayın meydana geldiği 1963 yılı ile 2005 yılında yaklaşık aynı sayıda olay
meydana gelmiştir. Bu rakamlar, ekstrem doğa olaylarının en azından şimdilik
küresel ısınmadan ziyade iklimin değişebilirliği ile alakalı olduğunu
göstermektedir.
![](http://2.bp.blogspot.com/-ZRjgFJRI77I/VU-W2aeQ3aI/AAAAAAAAAP4/t9fNLUzSfuQ/s320/9362696.jpg)
Geleceğe
yönelik iklim projeksiyonları, bu senaryoların küresel iklim modellerine
entegre edilmesi ile gerçekleştirilen simülasyonlar sayesinde elde
edilmektedir. Ülkemiz için A2 ve B2 senaryolarına göre gerçekleştirilen
simülasyonlar mevcuttur. Bu simülasyonlardan A2 ile yapılanlara baktığımızda
2070-2100 yıllarını kapsayan dönem için Türkiye'de sıcaklıkların 2 ile 6 derece
arasında yükseleceği, en küçük artışın kış mevsiminde ve en yüksek artışın yaz
mevsiminde olacağını görebiliriz. Bu durumun Avrupa için de hemen hemen benzer
olduğunu söyleyebiliriz. Yağışlardaki değişim ise oldukça farklıdır. Kış ve
ilkbahar mevsiminde Akdeniz ve Ege kıyılarında azalma Karadeniz kıyılarında ise
artış tahmin edilmektedir. Akdeniz'e kıyısı olan Avrupa ülkeleride benzer
şekilde yağış azlığına maruz kalacaklardır. Yaz mevsiminde önemli bir değişim
olmamakla birlikte sonbaharda bütün ülke çapında yağış artışı olacağı
öngörülmektedir. B2 senaryosu ile yapılan simülasyonlar A2 ile
karşılaştırıldığında yine kaydadeğer ama daha küçük değişimler olacağı tahmin
edilmektedir.
Bunlara
benzer sonuçlar Avrupa ülkeleri için yapılan simülasyonlarda da elde
edilmiştir. Bu sonuçların değerlendirilmesi ile küresel ısınmanın zengin kuzey
ülkelerini ılıman hale getirerek buralardan Akdeniz ülkelerine olan turist
akımını azaltacağı yorumları yapılmaktadır. Ülkemiz için de benzer yorumlar
yapılabilir. Bazı uzmanlar sıcaklık artışının turizm sezonunu uzatacağını ve bu
yönünün avantaj olacağını belirtseler de, su sıkıntısı dolayısıyla bu avantajın
kaybolacağı söylenebilir. Bu senaryolara göre Karadeniz kıyılarının hem
sıcaklıktaki hem de yağıştaki artış dolayısıyla turizm açısından oldukça cazip
hale gelebileceğini söylemek mümkündür.
Özetlemek
gerekirse, küresel ısınma ya da küresel iklim değişimi günümüzde insanlığın
karşı karşıya kaldığı en önemli problemlerden birisidir. Etkileri itibariyle
sınır tanımadığı için hepimizi ilgilendiren bir konudur. Belirsizliklerinin
çokluğu nedeniyle herkesi ikna edecek şekilde ispatlanamasada ortada bir gerçek
vardır; O da insanların hızla çevreyi ve atmosferi kirlettiğidir. Bu durumun
bir bedeli olacağını üretirkende tüketirkende aklımızdan çıkarmamalıyız.