Bütün canlıların uyum içinde yaşadıkları alana doğal
çevre denir. Tabiattaki bütün canlılar çevremizdeki diğer varlıklarla uyum
içinde hayatlarını devam ettirirler. Canlılar ile canlı varlıklar arasında
canlılar ile cansız varlıklar arasında bir madde alış-verişi ilişkisi ve uyumu
mevcuttur. Örneğin, ormanlarda tüm bitki, hayvan ve mikroskobik canlılar uyum
içinde yaşar. Çevreyi oluşturan canlı halkalardan birinin yok olması, diğer
canlıların olumsuz etkilenmesine neden olur.
Hızla artan dünya nüfusu, plansız sanayileşme ve
kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla
kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler ve artan deterjan gibi kimyasal
maddelerin kullanımı giderek çevre kirliliğine neden olarak çevre sorunlarının
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak kirlenen hava, su ve
toprak canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyecek boyutlara ulaşmıştır.
Genel olarak çevre sorunları, başta insanlar olmak
üzere tüm hayvan ve bitkilerin yaşadıkları hayat ortamının doğal yapısını
tahrip etmektedir. Bu tahribat yaşamın yoğun olduğu alanlarda daha hızlı, yaşam
ve yerleşimin olduğu bölgelerde daha yavaş olmaktadır. Bozulan bu doğal hayat
çevre üzerinde yaşayan tüm canlıların yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir.
İnsanlar kendilerine daha rahat ve ferah yaşam koşulları sağlamak için doğal
olarak çevreye zarar vermektedirler.
Yapılan araştırmalar dünyadaki mevcut çevre
kirliliğinin %50‘sinin, son 35 yılda meydana geldiğini ortaya koymaktadır.
Çevre sorunlarının önemli bir kaynaklarından biri hızlı nüfus artışıdır.
Birleşmiş Milletler’in yaptığı nüfus tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun 2025
yılında 92 milyona yükselmesi bekleniyor. Bu durum ülkemizin bugün olduğu
kadar, gelecekte de çevre sorunlarıyla karşılaşacağını göstermektedir.
Çevre sorunlarından biri olan hızlı nüfus artışı
beraberinde plansız kentleşmeyi getirmektedir. Artan nüfusun iyi yaşam alanı
ihtiyacının giderilmesi için oluşturulan kentsel yaşam alanları kentsel
sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu çevre sorunları birbirlerine
bağlı birinin etkisi ile diğerini ortaya çıkaran çevre sorunlarıdır.
Başlıca çevre sorunları; hava, gürültü, su, toprak,
flora-fauna ve kültürel çevre gibi alt başlıklar halinde incelenebilir.
1) Hava
Canlıların yaşamını olanaklı kılan hava; atmosferi
oluşturan gazların karışımından oluşmaktadır. Havanın insan yaşamındaki önemi
açısından bir insanın günde ortalama 14 kg havaya ihtiyacı olduğu örnek olarak
verilebilir. Canlılar için yaşamsal önemi olan hava, hızlı nüfus artışı,
kentleşme ve sanayileşme sonucunda atmosfere bırakılan maddelerin belli bir
yoğunluğa ulaşması sonucu kirlenmektedir.
Ekonomik etkinliklerin özellikle belli bölgelerde
yoğunlaşarak artması, buna bağlı olarak belli bölgelerde nüfusun artışı ve daha
çok enerjiye gereksinim duyulması hava kirliliğinin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Hava kirliliğinin temel kaynakları kentleşme ve endüstrileşmedir.
Kentlerdeki ısınma sistemi, kullanılan yakıt türleri, ulaşım araçlarıbu sorunun
büyümesine etki eden diğer etkenlerdir.
Kirli hava, içerdiği maddeler nedeniyle bronşların
iltihaplanmasından akciğer kanserine varan düzeylerde solunum yolu
hastalıklarının nedeni olurken, insanların bağışıklık sistemini etkileyerek,
başka pek çok hastalığa karşıda savunmasız bir hale getirmektedir. Benzer
etkiler hayvanlar için de söz konusudur.
2) Gürültü
Gürültü sorunu; teknolojideki gelişmeler ve buna bağlı
olarak yaşam biçiminde oluşan değişiklikler sonucu insanoğlunda olumsuz
fizyolojik ve psikolojik etkiler yaratan, arzu edilmeyen sesler olarak
tanımlanmaktadır. İnsanların yaşamında çeşitli fiziksel ve psikolojik
sorunların ortaya çıkışında etkisi bulunan bu çevre ve sağlık sorunu “gürültü
kirliliği” olarak da isimlendirilmektedir.
Kişisel özelliklere göre basınç, frekans ve tizlik
gibi sesin değişik özellikleri farklı olarak algılanmakla birlikte sesin
şiddetini belirlemede kullanılan bir ölçüt vardır. Sesin insan kulağına göre
şiddetini belirten, gürültü ölçmede yaygın olarak kullanılan ölçü desibeldir.
Uluslararası Standart Örgütü’nün (ISO) normal saydığı gürültü düzeyi 58 desibel
(dB)’dir. İnsan sağlığına 90 dB’in üzerindeki gürültülerin zararlı olduğu, 140
dB’i aşan gürültülerin ise ciddi beyin tahribatına neden olduğu
belirtilmektedir. Gürültünün canlıların ruh sağlığı üzerinde de olumsuz
etkileri olduğu saptanmıştır.
Ülkelerin belli başlı kültürel özellikleri, kullanılan
teknolojilere bağlı olarak değişmekle birlikte belli başlı gürültü kaynakları;
motorlu araçlar, inşaat makina ve donanımları, uçak, çeşitli makinalar ve ev
aletleridir.
3) Su
Su, dünyadaki tüm canlılar için oldukça önemlidir. Su
kirliliği, su kaynaklarının kullanılmasını bozacak ölçüde, organik, inorganik,
biyolojik ve radyoaktif maddelerin suya karışmasıdır.
Doğanın işleyişi incelendiğinde, dışsal destekler
olmaksızın suyun belli bir düzeydeki kirlenmenin üstesinden gelebildiği
görülmektedir. Ancak kirleticilerin türü ve miktarı arttığında bu işlem etkisiz
kalmakta ve kirlilik ortaya çıkmaktadır. Türkiye, su kaynakları açısından
dünyanın şanslı ülkelerinden biridir. Ancak ülkemizin karşılaştığı çevre
sorunları içinde su kirliliği önemli bir yer tutmaktadır.
Su kirliliği; tarımsal etkinliklerle, sanayi
etkinliklerle ve yerleşim yerleri ile bağlantılı olarak artmaktadır. Bunlardan
ilkinde tarla verimini arttırmak için kullanılan yapay gübrelerin, hayvan
atıklarının, tarımsal mücadele ilaçlarının toprağa karışıp su kaynaklarına
ulaşmasıyla ortaya çıkar. Toprak aşınması (erozyon) ile de toprağın en verimli
ve tarıma uygun üst kısmı sürüklenerek su kaynaklarına karışmakta ve içerdiği
maddeler bazı yosun türlerini çoğaltarak, erimiş oksijen tüketimini arttırarak
bitki ve hayvan türlerinin yaşamasını engellenmektedir. İkinci grupta yer alan
sanayi etkinliklerin neden olduğu kirlilik türü dünyadaki pek çok gelişmekte
olan ülkenin önemli sorunlarından biridir. Söz konusu etkinliklerle su
kaynaklarına ulaşan sanayi atıklar, kimyasal, radyoaktif maddeler doğanın
dengesini ciddi bir biçimde kimi zaman da geriye dönülmez bir biçimde
bozmaktadır.
4) Toprak
Toprak; doğal kaynakların varlıklarını
sürdürebilmeleri için hava ve su ile birlikte vazgeçilmezdir. Toprak kirliliği,
insan etkinlikleri sonucunda, toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve
jeolojik yapısının bozulmasıdır. Söz konusu kirliliğin, toprakta yanlış tarım
teknikleri, yanlış ve fazla gübre ile tarımsal mücadele ilaçları kullanma, atık
ve artıkları, zehirli ve tehlikeli maddeleri toprağa bırakma sonucunda ortaya
çıktığı belirtilmektedir.
Kirli havanın içerdiği zehirli gazların neden olduğu
asit yağmurları ve kirletici gazların toprakta birikmesi, çeşitli yollarla
kirlenen sularla sulanan toprağın kirlenip yapısının bozulması, tarımda
kullanılan ilaçlar ve yapay gübrelerin bilinçsiz kullanımıyla uzun süre
bozulmadan kalabilen katı atıkların gerekli süreçlerden geçirilmeksizin
depolanması gibi etkenler toprağı kirletmekte ve hatta kullanılmaz duruma
getirmektedir.
5) Flora-Fauna
Belli bir ülkeye, bölgeye ya da yöreye özgü bitki
örtüsü flora, yabanıl hayvan topluluğu da fauna olarak adlandırılır. Bir başka
deyişle flora ve fauna insan dışındaki canlı ögeleri içeren biyolojik
zenginliktir. Bitki örtüsü, hayvan ve mikroorganizmalar, mineral maddeler, ağaç
toplulukları bunlar arasındadır.
Ormanların su kaynaklarını sürekli tutma, toprakları
erozyondan koruma, ısı oranlarını dengede tutarak sıcaklığı düzenleme gibi
işlevleri vardır. Ülkemiz genişliğinin %26.6’sını kaplayan ormanlar yangınlar
ve tarım için alan açma çabaları ile her geçen yıl hızla yok olmaktadır.
Türkiye, dünyanın en zengin floraya sahip ülkelerinden biridir. Yeryüzünün
sadece bir bölgesinde yetişen bitkiler olan endemik bitkiler de Türkiye’de 3
bin civarındadır. Ancak doğanın dengesi bozuldukça bitki ve hayvanlar tehlikeye
girmektedir.
6) Kültürel Çevre
İnsanoğlunun çağlar boyunca geliştirdiği uygarlıkların
ürünü olan kültürel çevre, yine insanoğlunun yıkıcı ve bozucu etkisi ile karşı
karşıyadır. Tarihi ve kültürel çevreyi korumak için ülkemizdeki adımlar geç
atılmıştır. İlk kez 1906 yılında tarihi değerleri korumak için çıkarılan Asarı
Atika Nizamnamesi ile gerçekleşmiş, daha sonra 1973 yılındaki Eski Eserler
Kanunu ve 1983 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile yeniden
düzenlenmiştir.
Kültürel çevreden söz ederken kültür varlıkları ve sit
gibi bazı kavramlar kullanılmaktadır. Kültür varlıkları; tarih öncesi ve
tarihsel devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili yer
üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıkları
kapsar. Sit; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli uygarlıkların ürünü
olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini
yansıtan kent ve kent kalıntıları, önemli tarihi olayların geçtiği yerlerdir.
Türkiye, kültür varlıkları açısından son derece zengin
bir ülke olmasına ve pek çok bölge sit alanı olarak ilan edilmiş olmasına
karşın zamana ve insana bağlı yıkıcı etkilerden dolayı bu alanlar tahrip
edilmiştir. Kültürel çevre ile ilgili sorunlar; bireylerdeki çevrenin korunması
bilincinin eksikliği, çarpık kentleşme, ekonomik sorunlar, kültürel değerleri
koruma ve bakım için ayrılan kaynakların sınırlılığıya da yanlış kullanımı gibi
etkenlerin ürünüdür.