Kimyasal ajanlar gibi, biyolojik silahlar da neyse ki
popüler kültürdeki şöhretlerine yakışır şekilde kullanılmış değiller henüz.
1971′de Kazakistan’daki bir iaboratuvardan kaçan ve silah olarak kullanılmak
üzere hazırlanan çiçek hastalığı mikrobu yüzünden ölenlerin sayısı yalnızca 3.
Üstelik hastalık salgın halinde ilerleme de göstermemiş.
1979′da şimdiki adı Ekaterinburg oian Sverdiovsk’taki bir
fabrikadan sızan şarbon mikrobu içeren bir biyolojik silah yüzünden 68 kişi
yaşamını yitirdi ve yine hastalık yayılmadı. İnsanların bu yüzden yaşamlarını
yitirmeleri çok acı ama, yine de yaşam kaybı tek bir bombanın neden olacağından
daha fazla değil.
1989′da Washington’da birkaç kamu işçisi kaza sonucu
Ebola virüsüne maruz kaldı. Durum fark edilene kadar, birkaç gün boyunca bu
işçiler sosyal yaşamlarını sürdürmüş, aile ve arkadaşlarıyla birlikte
olmuşlardı. Buna karşın, bu olayda kimse yaşamını yitirmeden gerekli önlemler
alınabildi.
Gerçek şu ki, evrim milyonlarca yıl boyunca memeiilere,
mikroplara karşı direnç gösterme özettiği kazandırdı. Örneğin kara veba,
tarihte bilinen en kötü hastalıklardan biriydi; yetersiz sağlık hizmetleri ve
kötü yaşam koşullarının hakim olduğu Orta Çağ Avrupası’nda at koşturdu. Ama
salgın, insanlığı yok edemedi: birçok kişi hastalığı yendi. Bu senaryoların
korku saçtığı günümüz batı toplumlarındaysa, hangi mikrop ya da virüs ortaya
çıkarsa çıksın, daha sağlıklı insanlarla, gelişmiş sağlık hizmetleriyle ve
biyoajanları yok etmek üzere geliştirilmiş ilaçlarla karşılaşacağı kesin.
Belki günün birinde, bağışıklık sistemimizi ek-tisiz hale
getirecek bir virüs üretebilen bir deli ortaya çıkar. Aslında mümkün olduğundan
bir “süper hastalık” yaratılabilir ya da çiçek gibi, zaten var olan bir
hastalık, mikrobun genleriyle oynanarak daha zararlı hale getirilebilir.
Üstelik, zamanla biyoîeknolojinin gelişip, denetiminin daha güç olacağı
düşünülürse, birtakım kişi ya da grupların, zararlı mikrop ya da virüsleri kolaylıkla
üretebileceklerini de kabul edebiliriz. Ancak, yine de bilim adamları daha önce
hiçbir korkunç hastalığın insanlığı ortadan kaldırmayı başaramadığı gibi,
gelecekte de bunun pek olası olamayacağını söylüyorlar.
Biyolojik silahlar diğer canlılar üzerinde zararlı
etkiler yaratmak maksadıyla kullanılan bakteri, virüs, mikrobiyal toksinler,
vb. ajanlardır. Bu tanım genellikle biyolojik olarak elde edilen toksinleri ve
zehirleri de kapsayacak şekilde genişletilir. Biyolojik savaş araçları, yaşayan
mikroorganizmaları (bakteri, protozoa, riketsia, virüs ve mantar) içerdiği gibi
mikroorganizmalar, bitkiler ve hayvanlar tarafından üretilen toksinleri
(kimyasallar) de kapsar.
Yaşayan biyolojik maddeler kokusuz, tatsız ve havaya
bulutu halinde atıldığı zaman 1 ila 5 mikron boyutunda son derece küçük
parçacıklardan oluştuğundan insan gözüyle görülemez. Silah olarak
kullanılabilecek biyolojik ajanlar şu şekilde sıralanabilir;
Bakteriler:
Küçük-serbest yaşayan organizmalar olup çoğunluğu katı veya sıvı kültür ortamında
üretilebilirler. Bu organizmalar sitoplazma, hücre zarı ve nükleer materyaller
içeren bir yapıya sahiptir. Basit bölünme ile ürerler. Oluşturdukları
hastalıklar genellikle spesifik antibiyotik tedavilerine cevap verirler.
Virüsler:
İçlerinde çoğalabilecekleri canlı organizmalara ihtiyaç duyan organizmalardır.
Bundan dolayı da enfeksiyoz etkileri büyük oranda konak hücrelere bağımlıdır.
Virüsler genellikle antibiyotik tedavilere cevap vermeyen fakat antiviral
bileşimlerin bir kısmına ve sınırlı kullanıma uygun preparatlara cevap veren
hastalıklara neden olurlar.
Riketsialar: Hem
bakterilerin hem de virüslerin genel karakterlerini taşıyan
mikroorganizmalardır. Bakteriler gibi metabolik enzimler ve hücre zarından
oluşurlar ve oksijen kullanırlar ve geniş çaplı antibiyotiklere karşı
duyarlıdırlar. Yaşayan hücreler içinde üremelerinden dolayı da virüsleri
andırırlar.
Klamidya:
Kendi enerji kaynaklarını üretemediklerinden zorunlu hücre içi parazitlerdir.
Bakteriler gibi geniş spekturumlu antibiyotiklere cevap verirler. Çoğalmak için
virüsler gibi yaşayan hücrelere ihtiyaç duyarlar.
Mantarlar:
Fotosentez yapamayan, çürüyen bitkisel olgulardan besin ihtiyaçlarını
sağlarlar.
Toksinler:
Yaşayan bitkiler, hayvanlar veya mikroorganizmalardan elde edilen zehirli
maddelerdir. Bazı toksinler kimyasallara da dönüştürülebilirler. Toksinlere
özel antiserum ve seçilmiş farmakolojik ajanlarla karşı konulabilir
Literatürde çok sayıda biyolojik savaş ajanı
belirtilmektedirler. Bunların arasında;
Bacillus anthraksis (Şarbon Etkeni)
Botulinum Toksinleri (Konserve Zehiri)
Brucelloz (“Malta Humması” Etkeni)
Vibrio Cholera ( Kolera Etkeni)
Clostridium perfirenges (Gazlı Gangren Etkeni )
Salmonella typhi (Tifo Etkeni)
Psoudomanas psoudomallei (Melioidozis hastalığı Etkeni)
Psoudomanas mallei (Ruam hastalığı Etkeni)
Yersinia pestis (Veba Etkeni)
Coxiella burnetti ( Q Ateşi Etkeni)
Smallpox virüs (Çiçek Hastalığı Etkeni)
Congo-Crimean Hemorajik Ateşi Virüsü
Ebola Virüsü
Stafilokoksik Enterotoksin B
Rift Valley Ateşi Virüsü
Trichothecene mycotoxins
Venezüella At Ensefaliti
Plazmodium vivax (Sıtma Etkeni)
Saxitoksin (predominant olarak doğada deniz
dinoflajellileri tarafından üretilir)
BİYOLOJİK AJANLARIN ETKİLERİ
Biyolojik ajanlar ya yaşayan organizmalar ya da ölüm veya
hastalıklara sebep olan toksin gibi türevlerden oluşur. Yaşayan organizmalar
etkilerini gösterene kadar yaşayan hedeflerde çoğalırlarken, toksinlerini üremezler.
Toksinler genellikle daha öldürücüdür, birkaç dakika veya saat gibi çok çabuk
ölüm veya saf dışı bırakmaya neden olurlar.
Yaşayan organizmalar enfeksiyon ve hastalık belirtileri
görünmesi arasında 24 saat ila 6 hafta arasında kuluçka devri gerektirir.
Biyolojik silahlar ilk bulaşmadan sonra birkaç hafta sonra dikkate değer bir
etki bırakmaya devam edebilir. Benzer şekilde geciktirilmiş kuluçka periyodu
bulaştığı yerde ajanın tamamen örtülü olarak gelişmesini sağlar ve etkisi
ortaya çıktığında hastalığın tabii olarak geliştiği fikrini oluşturabilir.
Bir biyolojik saldırı, bir bölgeyi birkaç saat ile birkaç
hafta boyunca kirletir, teçhizatı kirletir ve birlikleri harekatı son derece
sınırlayan, koruyucu elbise giymeye zorlar ve/veya koruyucu yan etkileri büyük
ölçüde bilinmeyen antimikrobiyaller almak zorunda bırakırlar.
Bu ajanların bazıları ölümcüldürler, diğerleri genellikle
kapasite düşürücü olarak kullanılırlar. Literatürde klasik tedavi yöntemlerinin
etki edemediği veya belli etnik gruplar üzerinde kullanılabilen genetik
mühendisliği ürünü ajanlardan bahsedilmektedir.
Kimyasal silahların bütün korkunçluğuna rağmen, biyolojik
organizmanın çok küçük bir örneği bile çok daha ölümcül olabilir.
Örneğin; Bacillus antraksis basilinin yol açtığı şarbon
hastalığında solunum yoluyla havadan alınan dayanıklı sporlar akciğerler
içerisinde açılarak çoğalmakta, başlangıçta soğuk algınlığı semptomlar ile
kuluçka devresini geçirerek kısa sürede öldürücü tablolar ile karşımıza
çıkabilir.
Genetik mühendisliği öldürücülüğü artırmak için daha
fazla patojen veya toksin üreten genlerin geliştirilmesi için potansiyel
yaratmıştır. Bu şekilde normal halinden 100 defa daha fazla patojen olan ve
toksin üreten hücreler elde edilmiştir. Enfeksiyonu yayarken etkinliği geliştirebilmek
ancak genetik olarak güçlendirilmiş ajanlarla mümkündür. Bu şekilde kurumaya,
ultraviyole ışınlarına, ısınmaya karşı patojenlerin dirençli olmaları
sağlanarak sağlık üzerine olumsuz etkinlikleri artırılabilir.
Belirli biyolojik ajanlara besleyici katkı maddesi
kullanılması tutulduğu ortamda hayatta kalmalarını kuvvetlendirir. Bazı
patojenlerin belli çevre şartları içinde kontrollü olarak mevcudiyetlerinin
sağlanması bile mümkündür. Koşullara bağlı kendini yok eden genler adı verilen
gelişme ile organizmalar belirli bir çevrede önceden belirlenen miktarlarda
kopyalandıktan sonra tamamen yok olacak şekilde programlanabilmektedir.
Böylece, enfekte olmuş arazi belirli bir zaman sonra zarara uğramış olur.
SINIRLAMALARI
1- Biyolojik ajanlar, kimyasal silahların aksine
etkilerinin tahmin edilmesi ve kontrolü son derece zordur. Etkileri, kimyasal
ajanlardan daha fazla ısı, hava şartları ve topografik yapıya bağlıdır.
2- Böylece, her zaman yalnız hedefi kirletme riski vardır.
3- Bir çok biyolojik ajan etkili olabilmesi için solunum
veya sindirim yoluyla alınmalıdır. Kimyasal ajanlarda olduğu gibi deri ile
temas sonunda enfeksiyon yaratması mümkün değildir. Bu durumda, eğer biyolojik
ajanlar doğru bir şekilde tespit edilebilirse buna karşı savunma kimyasal
ajanlara karşı savunmadan daha kolaydır.
4- Anthraks sporları ve bazı toksinler gibi kuru ajanlar
kalıcı olmalarına rağmen, bir çok biyolojik ajanın etkisi zamanla çok çabuk
azalır.
5- Anthraks sporları toprakta ölümcül etkilerini onlarca
yıl muhafaza ederler. Buna benzer ajanlar uzun vadede tehlikelerini
sürdürürler. Bu şekildeki ajanların kullanım durumunda taarruzu gerçekleştiren
tarafın işgal etmek veya geçmek istediği harekat alanı kirletilmiş olur ve
koruyucu elbise kullanma ihtiyacı ile ciddi tekrar kontaminasyon
gereksinimlerini beraberinde getirir.
6- Biyolojik silahlanmanın getirdiği depolama ve kullanma
her zaman teknik zorlukları beraberinde getirir.
BİYOLOJİK SİLAHLARDAN KORUNMA
Biyolojik silahlardan korunma birbiriyle bağlantılı beş
aşamadan oluşmaktadır;
Önleme: Biyolojik silahların kullanılmasını engellemek
için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Uluslararası silahsızlanma ve teftiş
rejimleri biyolojik ajanların biyolojik savaş durumunda üretimini ve kullanımını
caydırmaktadır. İstihbarat çalışmaları sonucunda potansiyel tehlikeler
belirlenerek gerekli önleyici tedbirler alınabilir. Doğal olarak ortaya çıkan
ajanlara karşı aşılama önemli bir tedbirdir, ancak genetik mühendisliği ile bu
aşıların etkisini sınırlayan ajanlar üretilmiştir.
Korunma: Biyolojik ajanlara karşı korunma yöntemleri
sınırlıdır. Koruyucu elbiseler, maskeler kısa süreli koruma sağlayabilirler.
Bununla beraber, şarbon gibi etkinliğini uzun süre koruyabilen kimi ajanlar
için bu tedbirler sadece ilk aşamada faydalı olabilirler. Herhangi bir şekilde
yediğimiz yiyeceklerin biyolojik ajanlarla bulaşmış olabileceğini düşündüğümüz
anda o yiyeceğin yenmemesi gerekir. Biyolojik tehlikenin olabileceği zamanlarda
gıdalarımızın temizliğine özellikle yıkanmasına her zamankinden daha fazla özen
gösterilmeli. Yıkama işlemi önemli ölçüde mikrobiyal yükü azaltır. Bunun
yanında sebze türü yiyeceklerin 1 %’lik hipoklorit içerisinde iki üç dakika
tutulması canlı mikroorganizmaların öldürülmesine yeterlidir, bu işlemden sonra
mutlak surette iyice yıkanmalılar. Solunum kaynaklı bulaşmalar söz konusu
olduğunda ıslak bir mendil gibi eşyaların ağız ve buruna tutularak o anda hava
yoluyla oluşacak bulaşma engellenebilir. Herkesin koruyucu elbise
giyemeyeceğine göre insanlar özellikle yiyeceklerinin, eşyalarının ve
çevrelerinin temizliğine dikkat etmeli. Herhangi bir durumda bir bulaşmaya
maruz kaldığını hisseden kişi hemen doktora başvurmalı. Çünkü biyolojik ajanın
bulaşmasından sonra kişinin kendi başına tedavi olması mümkün değildir.
Pişirilecek yemeklere yeterli ısısal işlem uygulanmalı,
özellikle yüz dereceye varan ısı uygulanmalı. Biyolojik silah olarak
kullanılabilen bazı bakteri sporları yüz derecelik ısıtmada 20-30 dakika canlı
kalabilmektedir.
Belirleme
Tedavi: Tedaviyi yukarda belirtildiği gibi kişi kendi
yapamaz, biyolojik ajanlara karşı tedaviyi ancak bir hekim uygulayabilir.
Tedavi yöntemleri enfeksiyon gelişen kişilerde maruz kalınan ajanın
belirlenebilmesine bağlıdır. Eğer belirlenemiyorsa hekim farklı yöntemlerle
tedaviyi sağlamaya çalışır. Ajanın tespiti durumunda ise duyarlı antibiyotikler
tercih edilerek tedaviye başlanır. Örneğin şarbon etkeni tespit edilmişse; her
iki saatte bir , iki milyon ünite penisilin tedavisi uygulanabilir. Toksinlere
karşı uygun antiserumlar varsa kullanılır, yoksa destek tedavisi uygulanır.
Bunların hepsi o anki hastanın durumuna göre gerekli tedaviyi hekim
kararlaştırır.
Dekontaminasyon-Temizleme: Zamanla dağılarak etkilerini
kaybeden kimyasal silahların tersine biyolojik silahlar zaman geçtikçe
etkilerini artırıp çoğalabilirler. Şarbon toprakta en az kırk yıl aktif olarak
kalır ve çevre şartlarına karşı dirençlidir. Bu sebeple biyolojik savaş
ajanlarının etkilerinin ortadan kalkması yıllar alabilir.
Biyolojik Savaş Ajanlarının gelişmesi ile beraber dünyada
bu silahların kullanım ve üretimini sınırlamak maksadı ile 1925 yılında Cenova
Protokolü, 1972 yılında Biyolojik Silahlar Konvansiyonu (BWC-Biological Weapons
Convention) imzalanmış, farklı tarihlerde bu konvansiyonun gözden geçirildiği
toplantılar yapılmıştır. İnsanların bu tür silahların yapımını düşünmeleri bile
ürkütücüdür. Ancak bunun artık bir düşünce olmanın ötesine, bazı ülkelerde bu
silahların yüksek miktarlarda stoklandığı da bir gerçektir. Bunu gelişmiş ülkelerdee
gelişmemiş ülkelerde yapmaktadır. Gelişmemiş ülkelerin kontrolü gelişmiş
ülkelerce sağlanabilmekte ama gelişmiş ülkelerin kontrolünü şu anda sağlamak
imkanı yoktur. Çünkü bir süper güç anlaşmaları göz ardı edebiliyor ve kimse
buna sesini çıkaramıyor. Bu nedenlerle biyolojik silah tehlikelerden insanlığın
arındırılması mümkün değildir. Bu durumda ona karşı gerekli önlemler alınmalı
ve insanları bu konuda bilinçlendirilmeli.
Dünya klonlanma etiğini tartışırken asıl sorun olan
genetik mühendislik yöntemi ile geliştirilmiş biyolojik silahlar gözden uzak
kalmıştır. Olası bir biyolojik silah saldırısına karşı, yüksek teknik eğitim
almış ekiplerin kurularak ulusal ve uluslar arası işbirliği ile potansiyel
biyolojik silah üretici ve kullanıcılarının yakından takip edilmesi,
hastanelerde bu tip saldırılar için özel donanımlı servisler oluşturulması,
yapılacak olan ulusal felaket planlarının bir parçası olmalıdır.
Dünya Tabipler Birliği 1990 yılında, 42. oturumunda
Kimyasal ve Biyolojik Silahlar Konulu Bildirgeyi kabul etmiş, Tokyo
bildirgesiyle de sağlık hizmeti vermesi beklenen hekimlerin, kimyasal ve
biyolojik silahların araştırılmasına katılmasını, kişisel ve bilimsel
bilgilerini bu silahların keşfi ve üretiminde kullanmalarının etik olmadığını
bildirmiştir.